Daha Kaliteli Hizmet için Lütfen Giriş Yapınız!!!
Daha Kaliteli Hizmet için Lütfen Giriş Yapınız!!!
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Hoşgeldiniz
 Hoşgeldin; Misafir

Toplam 0 Mesajın Var.

Kayıt Tarihin:

Son Ziyaretiniz:


5731 Gündür yayındayız
793 Konumuz var
1019 Mesaj gönderildi
25 Kullanıcımız Var
Son Üyemiz : https://progametr.yetkin-forum.com/u26
En iyi yollayıcılar
>M3LİS_ALİ<
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
Mixer_Enternasional
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
foOX
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
SmurfLette*
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
xXx-RaP
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
SheKiLL_eMocHi*
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
KeineLust
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
BaBa_YatmaZ
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
Meiste'r
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
ApoCaN_06
Felsefe ve İlim Vote_l10Felsefe ve İlim Vote_b10Felsefe ve İlim Vote_r11 
Istatistikler
Toplam 25 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: Meiste'r

Kullanıcılarımız toplam 1019 mesaj attılar bunda 793 konu
Panel





 

 Felsefe ve İlim

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Mixer_Enternasional
WebmasterWebmaster
Mixer_Enternasional


Erkek
Mesaj Sayısı : 336
Yaş : 31
Yer : 'im Seni!
Hobiler : 'in Neler?
Lakap : Smile ADSL
Hangi Takımlısın? : Felsefe ve İlim Gs
Hangi Sistem : Felsefe ve İlim Yk-linux
Kayıt tarihi : 09/09/08

Felsefe ve İlim Empty
MesajKonu: Felsefe ve İlim   Felsefe ve İlim EmptyPaz Eyl. 28, 2008 12:16 am

Felsefe ve İlim
İslâm felsefesinin, biri eski Yunan felsefesine, diğeri sûfîliğe dayalı olarak iki yanlı bir gelişme takip ettiği ve her iki cephesi ile de Türk düşüncesi ile ilgili bulunduğu görülmektedir. Türkler'den önce İslâm dünyasında Kelâm münakaşaları içinde yetişmiş ünlü sûfîler vardı, fakat bunlar mahallî ve münferid kişilerdi. Sûfîliğin asıl, siyaset dışı belirli görüşler etrafında merkezîleşerek, serbest tarîkatler hâlinde teşkilânması, daha ziyade dinî ve fikrî tolerans çağı olan Türk-İslâm hâkimiyeti devrinde meydana gelmiştir. Diğer taraftan Halife El-Me'mun zamanının (813-833) büyük tercüme faaliyeti ile islâm zihniyetine müfuza başlayan Yunan felsefesi tam başarısını Türkler'e borçlu idi. Çünkü karakteri madde, ölçü, mantık ve faydacılık olan Yunan düşüncesi, temelinde peygamberlik ve mûcizelerin yattığı "Sâmî" düşünceden kaynak alan islâm düşüncesinden ziyade gerçekçi Türk düşüncesine yakındı.
Bundan dolayı Yunan felsefesi, islâm fikir hayatında ilk hakikî temsilci olarak Fârâbî'yi (ölm. 950) bulmuştur. Seyhun nehri kıyılarında Oğuzlar'ın Karacuk (Fârâb) şehrinde doğan Uzlug oğlu Muhammed Fârâbî metafizik, fizik, astronomi, mantık, psikoloji, siyaset vb.'ye dair yazdığı 160 kadar kitap ve risalesi ile Aristoteles'in hemen bütün fikirlerini en iyi açıkladığı için "Muallim-sânî" lâkabı ile tanınmış, batıda "Al-Pharabius" diye şöhret yapmış ve eserlerinden çoğu daha o asırlarda lâtinceye çevrilerek yüksek dereceli okullarda ders kitabı olmuştur.
Fârâbî'nin felsefe ile dinî (akıl ile inanç) uzlaştırma konusunda açtığı çığır ibn Sînâ ile doğuda ve hıristiyan ilâhiyatçısı Aquino'lu Thomas (ölm. 1274) ile Batıda tâkip edilmiştir. Siyaset mevzuunu inceleyen Fârâbî'nin "hürriyet"i izah tarzı da çok ilgi çekicidir: "Doğru düşünen ve düşündüğünü yapmak iradesine sahip olan bir insan hürdür. Hem doğru düşünmeden hem iradeden mahrum ise behîmî (hayvan)dir. Doğru düşünüp te iradesi yok ise o, köledir. İlim ve felsefe ile meşgul kimselerden bazıları kölelikte öteki insanlardan geri kalmazlar. Bunların bilgilerinden fayda gelmiyeceği gibi, kendileri de diğer ilim erbabı için utanç sebebi olurlar."
Diğer büyük filozof ve tabib İbn Sînâ'nın (ölm. 1037), Mâveraünnehir kültür çevresinde yetişmesi ve felsefî bilgisinin esaslarını Fârâbî'den alması İslâm-Türk kültürünün yüceliğini gösterir. Tıp, mantık, fizik, tabiiyat, ahlâk, din felsefesi vb. sahalarında 220 civarındaki eseri ile ilim ve fikir dünyasına yenilikler getiren İbn Sînâ (Batı'da Avicenna), islâmın en büyük filozoflarından 2.si olarak Doğuda ve Batıda çok tesir yaratmış, kitaplarından çoğu lâtinceye çevrilerek öğretim kuruluşlarında okutulmuştur.
Fârâbî'nin açıp İbn Sînâ'nın geliştirdiği yeni islâm düşüncesi yolunda ilerleyenler, hattâ onu daha da kuvvetlendirmeğe çalışanlar olduğu gibi, Fahr'üd-dîn Râzî, Muhy'id-dîn Arabî, İbn Rüşd ve Gazâlî vb. büyük şahsiyetler de aynı "ekol"den feyz almışlardır. Ancak bunlar yeni felsefeyi olgunlaştırmağa ve yaymağa muvaffak olamamışlar, üstelik Gazzâlî ile Muhy-id-dîn Arabî müsbet felsefenin başka mecraya sürüklenmesinde başlıca rol oynamışlardır. Böylece gerçek felsefe hızını kesmiş ve yerini tedricen sûfîliğe bırakmağa mecbur olmuştur.
Bilhassa Gazzalî müsbet felsefeye karşı mücadeleyi en iyi veren mütefekkir idi. Onun meşhur Tehâfüt'ül-felâsife (Filozofların yıkılışı) adlı eseri Râzî'nin tenkidlerine uğramış ve özellikle İbn Rüşd'ün (ölm. 1198) kaleminde şiddetli bir direnç ile karşılaşmış (Tehâfüt'ül-Tehâfüt) ise de, siyasî ve sosyal çalkantılar içinde bocalayan doğuda Gazzâlî sûfîliğin tesiri azaltılamamış, düşüncesi din çerçevesini kıramamış, halk kütleleri tarafından benimsendiği bilinen çeşitli râfızî telâkkiler de yüksek din felsefesi seviyesinin büsbütün düşmesine yol açmıştır.
Neticede sûfîlik bir dinî-fikrî hamle olmaktan çıkarak, istikbalin keşfi, "esrar perdesi"nin kaldırılması ve kehanet gibi akıl-dışı bir takım tatbikata sahne hâline gelmiş ve artık her şeyh ve dervişten kerametler beklenir olmuştur. Bu durum da müsbet düşünme melekesinden mahrum bıraktığı, aynı zamanda makbûl dinî terbiyesini yozlaştırdığı kütleleri ilim zihniyetinden ve hakikatlerden uzaklaştırmış, ayrıca dinî bilgileri de gittikçe kalıplaştıran medrese ile dergâh (tarikât ocağı) arasında sürüp giden kavgalar da, önceki asırların aklî düşünce ve ilim hayatını âdeta tüketmiştir.
Bu itibarla İslâm-Türk devletleri tarihinde müsbet ilim konusunu iki devrede ele almak icab etmektedir. 12. asır ortalarına kadar olan ilk devrede, felsefede görüldüğü gibi, dünyaya rehberlik edecek bir kudret gösteren ilim, daha sonra silinip gitmiş gibidir.
Türk-İslâm topluluklarında müsbet ilim yine Fârâbî ile başlar. İhsâ'ül-ulûm adlı kitabı ile ilimleri ilk tasnif eden Fârâbî'nin bu eserin lâtince tercümesi, aynı mevzuda Gundisallinus (ölm. 1157)un kitabına esas olmuştu. Fârâbî ayrıca Eukliedes'in geometrisini de şerh etmişti. Diğer ilim adamlarından, trigonometrinin kurucularından sayılan, Türk asıllı, Abdullah al-Bârânî (ölm. 929) ile matematik ilminin doğudaki başlıca temsilcilerinden olan, Kitab'ül-Cebr ve'l-Mukabele yazarı, İbn Türk'ül- Cîlî'yi burada zikretmek lâzımdır. Matematik bilginlerinden biri Harezm'li Abu Reyhan'ül-Bîrûnî (ölm. 1051)dir.

Gazne Türk sarayında yaşayan ve Sultan Mahmûd'un yanında Hint seferlerine katılan, ihtimâl Türk asıllı, el-Bîrûnî'nin, eserlerinde "Âyet"lerle Yunan filozoflarının sözlerini bir arada zikretmesi dikkate değer. Ona göre, ilmin ilerlemesi için, serbest düşünebilmek şarttır ve "İnsanların düşünüş ve inanışları başka başkadır. Mâmuriyet(medeniyet) de bu çeşitlilikten doğar". Açık zihniyeti ile çağdaş bir ilim adamı hüviyetinde beliren el-Bîrûnî çeşitli bilgi dallarında 110'dan fazla eser yazmıştır. İstahraç'ül-Avtar fi'd-Dâire adlı eserinde çember yayları ve kirişler hakkında yeni teoremler koymuş, Tasdik'us-Suver'inde geometrik iz-düşüm usullerini incelemiştir.
Geometrinin sadece pergel ve cedvel kullanmak suretiyle halli mümkün olmayan bir klâsik meselesi üzerindeki buluşları hâlen de "Bîrûnî Problemleri" diye anılmaktadır. Tahdid Nihayet'il-Emâkin adlı kitabı, ise matematik coğrafyanın incelenmesine dairdir ve bazı trigonometrik meseleler de burada açıklanmıştır. El-Bîrûnî, "Dünya tarihinin Arkhimedes, Leonardo ve Leibniz tipindeki ilmî ve entelektüel dâhîlerinden" kabul edilmektedir.
Astronomide yıldızlardan geleceğe ait hükümler çıkarmak gayretlerinin (ilm-i Nücum) yersizliğini açıklayan Fârâbî'ye göre, gök yüzü varlık ve hâdiselerinden insanların âkıbetlerini keşfetmek mümkün değildir: arz ile güneş arasına ay'ın girmesi ile vâki olan güneş tutulması gibi bir gök hâdisesi'nin yeryüzünde meselâ bir hükümdarın ölmesi ile münasebetine inanmak "acab al-acaib"(saçmaların saçması) bir şeydir. Fârâbî'ye göre, her hâdisenin bir sebebi vardır: "Tesadüfler bizim sebebini bilmediğimiz hâdiselerdir".

İbn Sînâ Hemedan rasathanesinde çalışmış el-Bîrûnî ise, Tarih'ül-Hint'inde arzın bir yılda güneş etrafından döndüğünden bahsetmiş, El-Kanun'ul-Mes'ûdî (Gazneli Sultanı I. Mes'ûd adına yazılmıştır)'sinde enlem ve boylamlar üzerinde durmuş, arsın boyutlarını, Gazne-İskenderiye arasındaki enlem ve boylam dairelerini tesbit etmiştir. Dokunduğu her madenî altuna çevirdiği iddia olunan "Filozof taşı"na ve hayatı uzatan veya ebedîleştiren "İksir"e inanmadığını, bunların birer hayal olduğunu belirten İbn Sînâ'dan sonra, yine el-Bîrûnî El-Cemahir Fi Ma'rifet'il-Cevahir adlı eserinde ilk defa özgül ağırlık hususunda mühim neticelere varmış, icad ettiği bir piknometre ile 16 maddenin özgül ağırlığını hakikate çok yakın şekilde ölçmüştür.
İslâm-Türk dünyasında hekimlik konusunda şüphesiz İbn Sinâ birinci plânda yer alır. Kendisi Batı ilim âleminde "Tababetin hükümdarı" diye anılır. Bîrûnî'nin Kitab'üs-Saydele'si de ilaçlara ve şifalı otlara tahsis edilmiştir.
Eskiden İslâm dünyasında coğrafya, daha ziyâde, bir gözlem bilgisi durumunda iken, bunun ilim hâline sokulması Türk-İslâm çağında olmuştur. El Bîrûnî Sultan Mahmûd ile birlikte gittiği Hindistan'ın tarihini, coğrafyasını, örf ve âdetlerini tesbit ettiği Tahkik ma li'l-Hint adlı eserinde bu kıtanın coğrafyasına dair geniş bilgi vermiş, hattâ İndus vâdisinin aluviyonla dolan eski bir deniz kalıntısı olduğunu söylemiştir. Tahdid'ül-Emâkin'inde ise Hindistan, Afganistan ve Harezm hakkındaki jeolojik tesbitlerini kaydetmiştir.
Filoloji bahsinde Arap dilinin en iyi sözlüklerinden biri kabul edilen Es-Sihah fîl-luga veya Sihah-i Cevheri adlı eserin yazarı İsmail Cevheri (ölm. 1002), kaynakların bildirdiği üzere, Fârâb'lı bir Türk'tü. Bu devirde bir çok tarih kitabı yazılmıştı. Fakat bunlardan çoğu maalesef bize kadar gelmemiştir.
Kara-Hanlı ülkesinde Türkçe manzum olarak yazılan Kutadgu-Bilig, Türk devlet düşüncesi, kanun anlayışı, hâkimiyet telâkkisi ve siyaset görüşü bakımlarından şüphesiz bir şahaserdir. Bu kitap Balasagunlu Has Hâcib Yusuf tarafından Kasgar'da 1070'e doğru, Uygur harfleri ile yazılmış ve Buğra Han (Ebu Ali Hasan)'a takdim olunmuştur. Uygur harfleri ile türkçe manzum diğer bir kitap da Yüknek' Ahmed adında bir Türk'ün, Emîr-i Dâd (Adliye Bakanı) Muhammed Bey namına hazırladığı, Atabet'ül-Hakayik'dir. Zaman itibarı ile Kutadgu Bilig'den biraz sonra yazılan ve daha ziyade bir nasihat-nâme olan bu eserde islâmî tesirin hayli koyulaştığı görülmektedir. Batı Kara-Hanlı hükümdarlarından II. Mes'ûd (ölm. 1178) adına da Agrâz'üs-Siyase fî İlm-il-Riyase adlı bir siyaset-ahlâk kitabı yazılmıştır.
İslâm dünyasında öğretim ve eğitim bakımından Selçuklu İmparatorluğu çağının bir dönüm noktası olduğu bilinir. Daha önceleri dağınık ve hususî şekilde yapılan öğretim ilk defa Sultan Alp Arslan zamanında programa bağlanmış ve devlet himayesi altına alınmıştır. Selçuklu devletini bu ciddî kültür faaliyetine sevkeden sebeplerin başında, ana siyaset icabı, şiîlik ve diğer rafîzî düşüncelerle mücadele geliyordu.
Başlangıçta fakihler ve bilginler için tahsisat ayırmak, zâhidler için imaretler açmak yolu ile devlete bağlı mânevî kuvvet cephesi meydana getirmeğe çalışılırken, büyük ilim ocakları medreselerin kurulması ile imparatorluk ölçüsünde kadrolanan öğretim düzenine girildi. Böylece tanınmış ilim ve fikir adamlarını sinesinde toplayan, maaşlı müderrisleri (profesörleri), aylık ve erzak tahsisatı alan öğrencileri ile meccanî öğretim yapan, ders programları tesbit edilmiş ve zengin kütüphaneler ile donatılmış en yüksek öğretim müessesesi olarak medrese islâm dünyasında Sultan Alp Arslan tarafından kuruldu(1066).
Bağdat'ta 60 bin dinar(altun)a inşa edildiği rivayet olunan "Nizamiye" adlı bu medreseye çarşılar, han, hamam ve çiftlikler vakfedilmişti. Dinî bakımdan hanefî ve şâfiî fıkıhlarını öğreten Bağdat Nizâmiyesi ilim ve fikir hayatında mühim rol oynamış, yüksek vasıfta bilginler yetiştirmiş, buradan çıkan gençler memleketin selâhiyetli şahsiyetleri olarak yüksek makamlar işgal etmişlerdir. Yine o sıralarda İsfahan, Nişâpur, Merv, Belh, Herat, Tûs, Basra, Âmul gibi merkezlerde birer benzeri kurulan Bağdad Nizâmiyesi'nin ders konuları ve programları, esas itibariyle, bütün islâm ülkelerinde ve Osmanlılar dahil, İslâm-Türk devletlerinde asırlarca takip ve tatbik edilmiştir.
Nizâmiye medreselerinde dinî bilgiler yanında, felsefe (kelâm), filoloji (Arap dili ve grameri) ve matematik (riyaziyat, hey'et) vs. gibi ilimler de okutulduğu için ve Avrupa'da benzer müesseseler daha geç tarihlerde kurulmuş olduğundan, Bağdad Nizâmiyesi yüryüzünde ilk üniversite sayılmaktadır. Daha sonra Selçuklu devletlerinde, Harezmşahlar'da, Atabeylikler'de, Türkmen beyliklerinde, Hint'de ve Mısır'da sultanlar, devlet adamları ve hâtunlar tarafından, aynı esaslarda yürümek üzere, kurulan medreseler sayılmıyacak kadar çoktur. Medreselerin devletin sivil idare kadrosuna memur yetiştirmesi itibariyle de büyük önemi vardı.
Selçuklu devrinde tabipler, belagatçiler yetişmiş, matematik ilmi de yüksek bir seviyeye ulaşmış ve daha çok edebî hüviyetiyle tanınan meşhur Ömer Hayyâm (ölm. 1131), Muhammed Beyhâkî gibi kuvvetli temsilciler bulmuştu. Ayrıca 1074-1075 senesinde bir rasathane kurularak tetkikler yapılmış, Ömer Hayyâm, Ebu'l-Muzaffer İsfizarî, İbn Necûb'ül-Vâsıtî gibi yüksek hey'etçiler "Târih-i Melîkî" veya "Târih-i Celâlî" veya "Takvim-i Melikşahî" denilen bir takvim tertiplemişlerdi ki, bu takvim bugün kullanılan Gregorien takviminden daha doğru hesaplara dayanıyordu.
Bütün Türk hükümdarları gibi Selçuklu Sultanları da tarih bilgisinin gelişmesini teşvik etmişlerdir. Böylece Selçuklular'ın menşeinden bahseden eserler hep bu çağın mahsülleridir.
Türkmen beyliklerinde Dânişmend Gazi Ahmed Bey'in hayat ve savaşlarını anlatan, destânî mahiyeti ünlü Dânişmendnâme vardır.

Bununla beraber Mısır ülkesinde Oğuz lehçesi ile de kitaplar yazılıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://progametr.yetkin-forum.com
 
Felsefe ve İlim
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Türkiye,Türk Tarihi :: Türk Tarihi :: Müslüman Türk Devletleri :: İlk Müslüman Türk Hanedanları :: Müslüman Türk Devletlerinde Kültür ve Teşkilat :: Hükümranlık-
Buraya geçin: