Konu: Kültür ve Teşkilat Paz Eyl. 28, 2008 12:08 am
Kültür ve Teşkilat "Tanrı devlet güneşini Türkler'in burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkler'i yeryüzünün hâkimi yapmıştır." Kaşgarlı Mahmud Türk tarihinin bu safhasında kurulan siyasî teşekküller artık "Bozkır ili" değildir. Sosyal durum, iktisadî hayat, idarî ve askerî yönlerden olduğu gibi, dil, edebiyat, san'at itibariyle Türkler yeni bölge ve kültür şartlarının gerektirdiği anlayışlara da uymuşlardır, dolayısiyle eskisinden oldukça farklı bir hüviyyete bürünmüşlerdir. Bu şartlardan biri, İslâmiyetin, dünyevî faaliyetleri de kadrolayan kitabî bir din olması, diğeri de yerli halkın, islâmî akîde ve müesseselerle birlikte, eski İran (Sâsânî) geleneklerinden bir kısmını yaşamakta devam etmesidir. Türkler, hâkimiyetleri esnasında, müslüman kütlelerce alışılmış ve onları tedirgin etmiyen gelenek ve kuruluşlara müdahale etmemişlerdir. Bu itibarla: Sosyal tabakalaşmanın devamı, halk dili Farsça ile Kur'ân dili Arapçanın konuşma ve yazışmada kullanılması, edebiyatta, dinî ve ilmî eserlerde bu dillerin geçerli olması, Türk idareciler tarafından islâmî isimler, unvanlar, lâkaplar alınması, mevcut hükûmet teşkilâtının adları ile birlikte muhafaza edilmesi, devleti koruma hizmetine yerli unsurların iştirak ettirilmesi ve islâmın inanç ve ideallerinin devlette hâkim bir mânevî güç durumuna yükselmesi bu Türk siyasî teşekküllerinin özellikleri olmuşlardır. Fakat bu Türk devletleri tam bir "islâm devleti" de değildir. Aradaki farklar temelde ve özde olduğu için mühimdir. Türk-İslâm devletinin islâm devletinden ayrıldığı noktalar özellikle: Hükümranlık anlayışı, devlette askerî karakter, cemiyette dinî davranış, toprak rejimi ve sosyal haklarda belirir. O hâlde bu Türk devletleri islâm dininin hâkim bulunduğu ülkelerde mevcut "kültür çevresi" değerleri ile, Bozkır Türk siyasî, sosyal, hukukî örf ve geleneklerinin birbiri ile ahenkli şekilde kaynaştığı kendine has karaktere sahip teşekküllerdir. Bu kaynaşma tabiatiyle pek kolay olmamış, uzunca bir geçiş merhalesi gerektirmiştir. Türkler'in münferiden veya küçük âileler hâlinde hilâfet hizmetine girmeleri bir yana bırakılırsa, ilk İslâm-Türk siyasî kuruluşu olan Kara-Hanlılar zamanı bu "geçiş"in devlet seviyesindeki devresini teşkil eder. Gerçekten Orta Asya'da halkı yüzde yüze yakın Türk asıllı bir sahada kurulduğu için siyasî, içtimaî ve hukukî yönden Türk olan Karahanlı devleti, dinî açıdan islâmiyeti temsil etmekte, Türk-İslâm cemiyet tipine doğru köprü vazifesini görmüş bulunuyordu. Gelişme Selçuklular'la tamamlandı. Gazneli devletinde bu sonuç alınamazdı, çünkü yabancı etnik kütle üzerinde ancak ince bir tabaka meydana getiren ve İslâm dünyasının kenarında faaliyete geçen Gazneli idarecilerinin bir yandan yerli unsura dayanmak mecburiyeti, diğer taraftan siyasetlerinin daha çok dışa (Hindistan'a) dönük bulunması onları böyle bir imkândan yoksun bırakmıştı. Halbuki Selçuklu Devleti müslüman ülkelerin ortasında kurulmuş ve bütün siyasî, iktisadî, dinî icraatı doğrudan doğruya bu memleketlerin meselelerine, Türk ve yerli müslüman halkın arzu ve ihtiyaçlarının tatminine yönelmişti. Böylece, bilhassa bahis konusu "kaynaşma"yı gerçekleştirmek suretiyle Türk-İslâm devlet ve cemiyetini yaratmağı başaran Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanı, sonraki bin yıllık tarihe damgasını vuran bir "büyük çağ" vasfını taşımaktadır.